3 Aralık 2013 Salı

Refika Teyze'nin Hikayesi

30/10/2013

Mahallemiz kalabalık bir mahalleydi. İnsanları ise hurda işiyle, gençler de mobilya işleriyle uğraşırdı. Birlik vardı, büyüklere saygı vardı, şimdiki gibi değildi. O zamanın gençleri mahallelerinin iyi anılmasını isterdi. Semtimizde kanunsuz olarak bilinen, suç işleyecek insan da yoktu. Semtte bulunan Roman olmayan insanlar evlerimize gelir, kapıların önüne kilimler atılır, çaylar demlenir; Çingene Laz Kürt şiveleriyle sohbetler başlardı, herkes herkesten memnundu.

Kağıthane

20/05/2013

Hergün yazıyorum. Bilginiz vardır herhalde. Benim semtimde Romanlar 50 yıldır yaşıyor. Yani yeni yetişen nesil ve benim yaşımdaki nesilden bahsediyorum. Ya babalarımız? Onlar Kağıthane köyken yıkımlarla buralara sürülmüşler. Yol, su ve elektriğin; altyapının olmadığı bir dönemde gelmişler. O zamanlar her taraf yemyeşil, otlar diz boyu. Buranın adını da her yer çayır olduğundan Çayır Sokak koymuşlar.

Öykü Gibi Ama Gerçek

11/05/2013

Mahallemizin delikanlısı Kamil Abi aşık olduğu genç kızla söz kesiyor ve bir mahalle düğünüyle evleniyorlar. Sevgi bu, hiç bir engel tanımıyor. Ne yazık ki evlendiği kadının kimliği yok, annesi babası nikahsız yaşadıkları için kimliğini alamamış. O zamanlar ne belediye var ne de okumak için okul. O dönemin insanlarının belki de yüzde altmışı okuma yazma bilmiyor. Haklarını almak için yapabildikleri tek şey sadece jandarma karakoluna gidip sorunlarını anlatmaya çalışmak. Biz yine öykümüze dönelim...

Temiz Toplum Çağdaş Gençlik

15/11/2012

Eski kızılderililerin beyaz adamlarla savaşını konu alan bir filim dikkatimi çekti. Dağınık ve örgütsüz bir biçimde göçebe yaşayan kızıl derililer sadece yaşadıkları bölgede av hayvanları avlayarak geçimini sağlamaktadır. Fakat beyaz adamlar dedikleri Amerikalılar değerli arazileri aralarında bölüşmek ve yerlileri köylerinden, o verimli arazilerden kovmanın yollarını ararlar. Bazı silah ve içki tüccarları yerli köylerine gelir, onlardan hiç değeri olmayan hayvan kemiklerinden yapılmış kolyeler alır, karşılık içki ve silah verirler.

Eşya Pazarları Üzerine

08/11/2012

Bu ne biçim bir geri dönüşüm anlayışı? Avrupa Birligi'ne üye olan ülkelerde yoksul halkın gelir kaynagı olan eski eşya pazarları belgesellere konu oluyor. Bizim ülkemizde ise bazı belediyeler zor kullanarak buraları kapatmaya çalışıyorlar. Seyyar satıcılıkla geçimini sağlayan insanlara zabıta yer göstereceği yerde o insanın tezgahını açmasına izin vermiyor.

Kağıthane'de Son Durum

25/09/2012

Her Şey Oluruna Kalırsa Bizlerin Sonu da Oluruna Kalır

2006 yılında Yahya Kemal Mahallesi'ndeki yıkım insanlarımızın çoğunun ya başka memleketlere gitmesine, ya kiralara çıkmasına yada yıkım bölgesinde bir çekyatın üstüne naylon serip sokaklarda yaşamaya başlamasına neden oldu. 14 yaşındaki oğluyla sokaklarda kalan kişilerin hakları ne olacak? Umutla beklediğimiz şey barınma sorununa bir çözüm bulunması. Kışta kıyamette sokakta kalan kişilerin donarak ölmesi mi bekleniyor? Bizler de zaten hücresinde idam edilmeyi bekleyen mahkumlar gibiyiz. Acaba ne zaman yıkılacağız korkusuyla yaşarken yine de küçücük bir yerimiz olduguna şükrediyoruz. Bugüne kadar yapılan kentseller biz garibanların sadece yıkılmasına, yok olmasına neden oldu. Artık verilecek evlerden de ümidimiz kalmadı.

Geri Dönüşüm

02/07/2012

Çocukluk yıllarım geldi aklıma. Harçlığımızı çıkarmak için elimize tenekeden bir kova alır, içine buz atar, suyla doldurur; sıcaktan bunalan kişilere soğuk diye satar, harçlığımızı çıkardık. Bu işte çıkar var, garibanlar para kazanıyor diye tesisler kurdular. Suları ilk önce cam şişelere doldurup piyasaya sürdüler. Su fabrikaları kuruldu. Halkın su ihtiyacını lokantada yollarda karşılamaya başladılar.

Buyrun Gelin

20/04/2012

Bizler yoksul insanlarız. Duygu sömürüsü yapmadan gerçekleri anlatrmak istiyorum. Sayın Çevre Bakanım, değerli insan şöyle demiş: "Duygu sömürüsü yapmayın yıkacağız. Depreme dayanıklı olmayan evler yıkılacak." Çok güzel, ben de diyorum ki bizim evler ne depremler ne felaketler geçirdi yıkılmadı. Fakat yetkililerin iki dudağının arasından çıkan iki kelimeyle yerle bir oldu. Yıkıldık, parçalandık. Birbirimizin cenazesine yol parası bulup da helallik almak için bile gidemedik. Maksat çevreye uyum sağlamaksa işte öneri. Belediyelerle birlikte Roman mahalleleri düzenlenebilir. Evler tertemiz yollar pırıl pırıl olabilir. 300 metrekarelik yerin 200 metrekaresini devlet yol park gibi gerekçelerle düzenleyip mahallelinin yaşayabileceği tek katlı Roman evlerini olduğu yerde yapabilir. Tek hayalimiz bu.

Youtube

22/08/2011 

Köklü bir site. İnsanlar internete girdiğinde; insana bilgi yolu gösteren, tarihe, canlı ve cansız varlıklarla ilgili bütün bilgilere ışık tutan sitelerle karşılaşmaları gerekirken bu sitedeki kimi videoların altında küfürler bulunuyor.

Sokakların Anası

2 22/06/2011

İstanbul'un havası hiç belli olmaz. Ansızın bastıran soğuklar insanın kemiklerini donduracak gibi olur. Bazen sulu kar yağar. Bazen güneş açar ama evler virane olduğundan teneke sobalar devamlı yanar. Bazen geceler ayaz olduğundan erkenden yatılır. Yorganlar üst üste atılır.

Sokakların Anası

07/06/2011

Günlerden Cuma'ydı. Yağmur öyle delicesine yağıyordu ki... O yağmurun altında elinde poşetle pazar çöpünden sebze meyve toplayan bir yoksul, yaşlı kadın gördüm. Eli yüzü toz. Üstü başı perişan. Ağlamaktan kızarmış gözleriyle insanlara bakmamak için yüzünü sarmış. Yanına yaklaştığımda tanıdım onu. Evini yıkmışlardı. Kentsel dönüşüm diye. Verdikleri parayı serseri oğlu kumarda içkide kaybetmiş, tuttuğu evin kirasını bile verememiş. Evden atmışlardı onları.

Çile Otobüsü

28/02/2011

Koskocaman bir otobüs. Önünde kocaman bir yazı: Çile otobüsü. Tıkış tıkış doluşuyoruz. Koltuklar dolu. Ayakta kımıldayacak yer yok. Şoförümüz iri yarı geveze birisi. Bütün yolları bildiğini, bizleri en kestirme yoldan hedefe götüreceğini söylerken sırıtıyor. "İnşallah" diyoruz "Gördüğümüz gibi değildir". Şoför başlıyor otobüsünü meth etmeye. Altı ileri vites, sağlam diferansiyel, lastikler sıfır; ha bir de süper bir müzik sistemimiz var diyor. Ve teybe bir Roman havası yerleştiriyor. Şoför yola çıkınca insanlar susuyor. Kimsede konuşacak hal yok. Şoför otobüsü bir sağ şeride bir sol şeride sokuyor. Yalpalaya yalpalaya gidiyoruz.

Lütfen Dikkat! Bölünüyoruz

11/02/2011

Biz nereye koşuyoruz? Paçaları sıvamış, ayağımızda terliklerle nereye doğru koşuyoruz. Evet koştuğumuz parkur o kadar dikenle kaplı ki, ayaklarımıza bata bata canımız yana yana koşuyoruz. Fakat birileri koşmuyor. Son model arabayla asfalt yolda gidiyor. Hiç canı yanmıyor. Ama en çok bizim çektiğimiz acıyı çekiyormuş gibi bağırması da beni çileden çıkarıyor. Canı yanmadığı halde bizlerden çok bağıran insanlara artık bizler gibi acıyı içinizde hissedin diyorum. 

Bitsin Bu Kepazelik

27/01/2011

Bazı sitelerde bazı sözlüklerde bazı dizilerde Romanları küçük gören, aşağılayan ifadelere rastlayınca; bu ifadeleri okuyunca inanın ki bu güzel ülkemin bir ferdi olarak üzülüyorum.

Yapmayın arkadaşlar! Elinizi vicdanınıza koyun. Romanlar bu güzel yurdumun en renkli simaları. Ülkemizin en yoksul kesimini oluşturuyorlar. Ezilenler tarafından bile eziliyor, hor görülüyor, aşağılanıyor insanlarımız... İşlenen bütün suçların bu yoksul insanlara yüklenmesi, çeşitli yayınlarda Çingeneler hakkında ağza alınmayacak küfürlerin kullanılması bu güzel ülkemize ne yarar sağlar.

2011 Yılında İlk Dua

07/01/2011

Sevgili arkadaşlar 2002 yılından beri mahallemizde birkaç defa yıkım tehlikesi ile karşı karşıya geldik. Geceleri uykularımız kabusa dönüştü. Bahçemize bir ağaç, bir çiçek dikmek dahi içimizden gelmedi. Hatta bayram temizliklerinde nasıl olsa evler yıkılacak düşüncesiyle badana bile yapamadık. Akan çatımızı bile tamir etmek içimizden gelmedi. Çünkü beynimize işlenen yıkım laflarının etkisiyle piyango ya bize de çıkarsa kabusu yaşayarak hayata küstük. Derken bir ara Roman Çalıştayı yapıldı; umutlandık, sevindik.

Bizler hatalar yapmıyor muyuz? Görünen o ki isteklerimizi tam olarak anlatamıyoruz. Bizlerin Romanlar olarak hükümetten beklentimiz ne? Her kafadan bir ses çıkınca isteklerimizi tam ve açık olarak iletemiyoruz.

Sayın arkadaşlar, Romanlar olarak bu hükümet döneminden önce de sorunlarımız yok muydu? Adalet ve Kalkınma Partisi yokken de kimi zaman yanlış tavırlarla karşılaşmadık mı? Eskiden de Çingeneyiz demeye utanmıyor muyduk. Çocuklarımız okullarda horlanmıyor muydu? Daha öncesinde sosyal güvencemiz mi vardı? İçimizde çok mu doktorlar, mühendisler devlet adamları vardı? Yoksa devlet dairelerinde çalışan amirlerimiz mi vardı? Arkadaşlar bizler çok uzun zamandan beri sorunlar yaşıyoruz. Ve sorunlarımızın bazıları halen de devam ediyor.

Bir atasözümüz var, yiğidi öldür hakkını yeme diye. Ben herhangi bir siyasi partiye mensup değilim olamam da. Ama uzun yıllardan beri biriken sorunlarımızın çözümünü bir çırpıda bu hükümetten istemek de tarihi bir hata olmaz mı? Toplumumuzda doğru düzgün sosyal güvence yok, işsizlik var; bunları herkes biliyor. Bu benim ülkemin kanayan yarası. Gelin bir de öbür açıdan bakalım. Evet yıllardan beri saydığım problemler devam ediyor, evet hala sosyal güvencemiz yok. Ama hiç yoksa devletin şefkatli yardım eli bizlere uzanıyor. Sobamız yanıyor, tenceremiz kaynıyor. Demokrasiden bize düşen payı az da olsa alıyoruz.

Ah bir de şu yıkımlar olmasaydı. Evler işgal diye, kentsel diye yıkılmasaydı. Keşke mahalle sakinleri ile, mahalle temsilcileri ile oturulup; nasıl bir mahalle kurulması gerektiğine dair kararlar halkın katılımı ile alınabilseydi. Keşke mahallelerimiz taşınarak değil, oldukları yerde düzenlenseydi. Tapularımız verilseydi, insanların doğup büyüdükleri yerlerde yaşamalarına izin verilseydi, o zaman bizim hiçbir şikayetimiz olmazdı. Bizler ekmeğimizi bir şekilde kazanırız. Ama evlerimizi kaybedersek onları bir daha geri almamız mümkün değildir. 5 ay sonra seçim var. Belki sesimizi duyarlar da yıkım yerine gelin mahallenizi sizlerin projenize göre yapalım ya da siz kendiniz yapın derler. Benim 2011 yılının ilk günü ilk gecesi yapacağım dua bu olacak: yıkımlar dursun.

Yetti Artık

28/12/2010

Susalım, konuşmayalım, yazmayalım diyorum! Fakat son günlerde Çingene Romanlara karşı sözde yazar olan insanlar tarafından gittikçe artan küfürlü saldırılarla karşılaşıyoruz. Bu sözde yazarlara buradan seslenmek istiyorum: Yetmedi mi yerlerimizin yıkılıp, insanlarımızın perişan hale düşmesi? Yetmedi mi yıllarca bizleri aşağıladığınız? Yetmedi mi namusumuza kadar dil uzattığınız? Mürekkep yalayıp bir yerlere gelmişsiniz, ama yalnızca birilerinin mürekkebini yalamışsınız. Elleriniz kalem tutuyor ama yalnızca birilerinin kalemini tutuyor. Sadece birilerinin dediklerini yazıyorsunuz. Korkarım ki eğer sizlerin eline kalsak belki de bizleri kobay gibi kullanırsınız. Elinize kalsak belki de gaz odalarına doldurursunuz. Ya da fırınlara doldurup yakarsınız.

Bizi Dilenciliğe Kim Alıştırıyor

18/11/2010

Gelin şu dilencilik meselesine yakından bakalım. Yoksulluktan beli kırılan ve orta direk diye tabir edilen kesime yakıştırılan "dilenci" ismini ele alalım. Acaba ülkemde dilenciliğe bu insanları kim teşvik ediyor? Kurban Bayramları'nda parası, işi olup da kurban kesen; kestiği hayvanların etini de yoksullara, gerçekten ihtiyacı olanlara dağıtan kaç kişi var?

Sulukule Ağlıyor

Bizler de Sulukule için ağlıyoruz. Başbakanımızın toplantısından sonra o mahallenin önünden geçtik. Mahalle sanki savaş alanı, sanki İsrail-Filistin savaşı yaşanmış gibi evler yıkılmış. Mahalleye demirden duvarlar örülmüş. Adeta hayalet bir kasaba gibi. Şu anda 53 yaşındayım. Yani 43 yıl evvel 10 yaşındayken Sulukule’ye rahmetli Mustafa dayıyla giderdim. Karşıda kırmızı boyalı evi uzaktan bana gösterir. “Bak bakalım orada bir kadın var mı; varsa onu mahsustan dışarı çağır, ben uzaktan göreyim yeter” derdi. 

Bir Roman Fıkrası

Çok eskilere dayanan ve iki kralın hikayesi.

Birinci kral emreder ve “benim ülkemde öyle bir şey yapın ki; benim namım öbür krallarınkini sollasın, kimse sizin yaptığınız şeyin aynısını yapamasın” der. En güçlü zenginlerle, kuyumcularla proje yaparlar, krala öyle güzel bir taht yaparlar ki, bütün ülkelere nam salar. Yakut, altın, gümüş ve pırlantalardan yapılan tahta oturan kral, gururdan ne yapacağını bilemez.

Roman Kültürü ve Güncel Sorunlar

28/12/2009

Bir gün kendi kültürümüzü araştırma çalışmasına başlayacağımı kendim bile tahmin etmiyordum. Acaba bizim kendi kültür çalışmalarımızı engelleyen neydi yüzyıllardan bu yana. Roman kültürünü araştırmak nereden gelip nereye dağıldıklarını, gelenek ve göreneklerini, yerleşik ve göçebe Romanların neden kendilerine ayrı ayrı isimler bulduğunu araştırma ihtiyacını duydum. Kendimize Roman diyoruz fakat Romanın anlamını bile bilmeden yaşıyoruz.

Kanlı Ekmek

07/9/2007

Hayatım hep yoksulluk içerisinde; barakalarda, derme çatma kurulan yağ tenekelerinden yapılmış gecekondularda geçti. Ekmek kavgasıyla büyüdüm ben. Ve 2000’li yıllarda bile aynı yaşantı içerisinde olmama rağmen hayata hiç küsmedim. Sefaletin diz boyu olduğu Yahya Kemal Roman Mahallesinde, şen şakrak yaşayan Roman toplumu, gamı tasayı bir yana bırakmayı gününü doya doya yaşamayı kendisine ilke edinmiştir. Özgürlükleriyle tanınan Romanlar kendilerini tutsaklıktan soyutlamak istercesine, yaşamlarını neşe içerisinde birbirlerine yardımcı olarak geçirirler. 

Cemil Atmaca Sen Göreceksin Küçüğüm

30/9/2007

Belki ben görmem ama
Sen göreceksin küçüğüm
Naylon çadırın altında
Bir battaniyeye sarılı küçücük bedenin
Soğuktan morarmış parmaklarınla
Biraz diren donma sakın
İnan ki sen göreceksin küçüğüm
Bir gün bir evin olacak
Tek katlı bahçeli
Kapısının önünde parkın
Bir de ipten salıncağın
Yanında bir sürü Roman arkadaşın
Kendi geleneğinle yaşayacaksın
Ben yaşamadım ama
Sen göreceksin küçüğüm
Sakın donma biraz daha diren
Az kaldı sabah olacak.
Güneş ha doğdu ha doğacak
O zaman kemiklerin ısınır
Ben işe gidiyorum.
Donmayasın sakın
Sen annene sıkı sıkı sarıl
Yarın küçüğüm yarın
Yarın tek katlı iki odalı
Bir evin olacak.
Yıkmasalardı işgal diye evini
Şimdi tavanı olan evinde
Sıcacık salıncağında uyuyor olacaktın
Yarın küçüğüm yarın

Bizler barınma isteyeceğiz
Sizler sokakta kalmayın
İnsanca yaşayın diye
Diren küçüğüm donma sakın yarını bekle
Yarınlar umut demektir.

Romanların Gözünden Kentsel Dönüşüm

(21/9/2007) 1946-1948 yıllarında İstanbul’un en ücra köşelerinde gerçekleştirilen yıkımlarda Romanlar şehir dışına çıkarılmışlardır. Nüfus oranının artmasıyla beraber, gittikçe çoğalan ve kapış kapış parçalanan şehrin bazı yerleri; köylerinden göç eden kişilere toprak mafyaları tarafından parsellenip satılmıştır. Zamanın hükümetleri de bu insanların oylarını alabilmek için, bu mafyaların parselleyip sattıkları yerlere tapu ya da tapu tahsis belgeleri vermişlerdir. Yani şehri düzenlemek yerine mafyalara arazilerin peşkeş çekilmesini kabullenmişlerdir. Toprak, toprak mafyası tarafından parsellenip satılırken hükümetler de bunlara yol, su, elektrik, alt yapı, okul, cami gibi her türlü hizmetini oy kaybederim korkusuyla götürmüşlerdir.

Roman Olmak Yürek İster

Türkiye’de Roman olmak yürek ister çünkü en pis hırsızlıkları Romanlara yüklerler. Sefaletin ve yoksulluğun içersinde bir göz odada 8 nüfusla yaşam savaşı vermekte yürek ister. Kapısı naylondan, camı plastikten, tavanı tenekeden olan evlerde yaşamak her babayiğidin harcı değildir. Bu gibi yerlerde; susuz, elektriksiz, mutfaksız hatta tuvaleti bile bulunmayan tek göz odalı evlerde yaşamak ve bu gibi bir yaşam tarzının içersinde olan, hiçbir sosyal güvencesi bulunmayan, her gittiği yerlerde horlanan “esmer vatandaşlar” olarak tabir edilen insanlardan Türkiye’ye ne gibi faydası olacak insanlar yetişebilir?